Pazartesi, Ocak 28, 2013

Ürdün'den birkaç bitki:  
1) Calatropis procera

 
Ürdün'ün güneyinde Ölü Deniz civarında Safi Köyü yakınlarında yol kenarında iri meyveli tanımadığım bir ağaç görünce durduk. Meyveleri iri greyfurt büyüklüğünde ve sarımsı renkteydi. Üçlü, dörtlü gruplar halindeki meyvelere uzanıp dokununca içlerinin boş olduğunu farkettim. Çok şaşırtıcı bir deneyimdi. Ağaçlar birkaç metre yükseklikte, iri yaprakları ve meyveleriyle görüntüsü çok hoş. Meyveyi hafifçe yarınca içinde pul gibi dizilmiş tohumları görünüyor.  Kuzey ve tropikal Afrika, Batı ve Güney Asya'ya özgü bu bitkinin Asclepiadaceae familyasına ait
Calatropis procera olduğunu, Arapça adının da
‘ushr' olduğunu öğrendim arkeobotanikçi arkadaşımdan. Tohumlar olgunlaşınca ortadaki lifler yastık doldurmakta kullanılırmış. Wikipedia'yı açınca şahane çiçeklerinin de fotoğrafını buldum. Sodom Apple, Sodom elması adıyla anıldığını, Romalı Yahudi tarihçi Josephus tarafından ilk kez Sodom'da bulunarak tanımlandığını da oradan öğrendim. Sadece Ürdün ve Filistinde değil, Jamaica'da da meyvelerinin içindeki liflerin yastık doldurmakta kullanıldığını öğrenmek de ilginç geldi bana.

2) Amman Pazarından bir sebze

Amman'da merkezdeki pazarda tanımadığım yumrulu bir sebzeyi fotoğrafladım. Biryerlerden tanıdık geldi, ama çıkartamadım. Eve dönüp fotoğrafı gösterince Carol 'taro' dedi. Colocasia esculenta dedikten sonra hah dedim, bu bizim golegaz ya da kolakas. Yeditepe'den sevgili öğrencim Talar Pesen'in ödevinde anlattığı sebze. ICEB 2005'te Peter Matthews'un İtalya'dan başlayarak tüm Doğu Akdeniz ülkelerinde bulduğu ve çok ilginç bir makale olarak sunduğu aynı sebze. Araceae familyasından bu sebze sınırlı miktarda güneyde yetiştirilmekte, ancak 
Kıbrıs'ta, Mısır'da çok yaygın bir gıda.
3)  Amman pazarından bir meyve: Bu sarı, iri meyveler de yabancı geldi. Greyfurt desem değil, kavun desem yapraklar farklı. Citrus olduğu kesindi de neydi? Cevap yine Carol'dan geldi: Pomelo ya da Arapça adıyla Bomeli: Citrus maxima. Örnek olarak aldığım meyveyi kesip yedik. Çok iri kabukların altından irice limon dilimleri çıktı yassı çekirdekleriyle. Sulu kısmı sarmalayan ince kabuk da yenmeyecek kadar sertti, ancak iç kısım oldukça lezzetli, portakalla greyfurt arası, tatlı bir lezzete sahipti. Afiyetle yedik hiç değilse birini.
Ölü Deniz'de Um-Ahmad'ın bahçesinde bir gün

Um-Ahmad, yani Ahmad'ın annesi ya da esas adıyla Süleyma, Güney Ürdün'ün Safi köyünde yaşayan, altı çocuklu, kocasından ayrılmış bir çiftçi. Kocası nerde diye sordum, köydeymiş başka kadınla evlenmiş. Toprağı yok Süleyma'nın, köyde yaşamayan birinin toprağında yarıcı olarak çalışıyor, bahçesinin ürünlerini gelenlere satarak geçiniyor. Kocaman bir bahçe yaratmış, belki 10-15 dönüm ve inanılmaz çeşitlilikte sebzeler yetiştiriyor. Artık yorulduğunu, belki seneye toprağı işlemeyeceğini söylediğinde buna inanmak çok zor, öylesine fişek gibi, durup oturamayan bir kadın.
Keçileri var yolun öteki yanında, bizi götürüp gösterdi tek tek. Keçiler iki çeşit, bir kısmı uzun kulaklı, çenelerinin altında belirgin iki mememsi torba var. Burunları çıkıntılı. Keçileriyle resmini çekmemizi istedi, onları çok seviyor ve kıvanç duyuyor belli ki. Satıştan artan yaprakları, sapları sık sık toplayıp onlara götürüyor. Nasıl ki bir tavuğun hiçbir parçasını atmazsak bir bahçede de hiçbir şey ziyan olmaz diyor.
Süleyma eğitimsiz, ama akıllı, çalışkan ve becerikli. En küçük oğlu ona yardım ediyor etmesine de Süleyma bahçeye yolladığında söylediği ürünü bulup getiremiyor. Süleyma kızıyor, kendi gidip eteğine, bohçaya, plastik sepete doldurup getiriyor istenenleri. Kefeleri olmayan bir terazide tartıyor lahanaları, turpları ve cümle zerzavatı... Gelenler bahçeden istediklerini koparıp yiyor, izin isteyen yok.
Süleyma'nın bahçesi mevsimsiz, Ölü Deniz'in güneyinde, denizden 400 metre aşağıdaki bu arazide mevsimler kaybolmuş. Ocak ayının ortasında bahçesini ziyaret ettiğimizde bir yanda domates, biber, patlıcan, bezelye, yeşil soğan ve balkabağı; öte yanda karnabahar, brokoli, turp ve lahana yanyana büyümekte, hasat edilmekteydi. Baklalar çiçekteydi, neredeyse kavun tohumlarını dikecekti, sırık fasulyeleri tohumluğa ayırmıştı. Karahindibaların tohumlarını toplayıp bahçesinde yetiştirmiş, ebegümecilerse tarla arsız otu olarak heryerde büyümüş. Bir koca tarla arapsaçı vardı, iri yumrularını soyup ikram etti. Bezelye, roka, domatesleri sıra aralarında gezerken toplayıp atıştırdık herkes gibi.

Süleyma başı dik bir kadın, karışık ekmiş ürünleri ama herbirinin nerede yetiştiğini, hangilerinin olgunlaştığını, hangisinin tohumunu nerden aldığını nasırlı avuçlarının içi gibi biliyor. Onu iyi tanıyan iki araştırmacı kadınla gittik ziyaretine, 'biz bir ekibiz' dedi. Ekip üyelerinden biri İngiliz bir arkeobotanikçi, diğeri ailesi Anadolu'dan gelip Ürdün'e yerleşmiş bir Ermeni antropolog. Beni Um-Ahmad'la tanıştıran dostlarıma sonsuz teşekkürler. Bahçeme geri dönüp topraktan ancak baş vermiş bezelyeleri, hala büyüyemeyen kıvırcıkları, boyları bir karışı bulmamış yeşil soğanları görünce Um-Ahmad'ın mevsimsiz bahçesine özendim. Ancak burada kış olmasa ne ben seyahat edebilirdim ne de oturup yazı yazabilirdim diye teselli ettim kendimi.