Cumartesi, Nisan 01, 2006

Etnobotanik Nedir?
Etnobotanik, kısaca insan-bitki ilişkilerinin incelenmesi olarak tanımlanabilir. İlişki deyince elbet bu işin içine karşılıklı kullanım, etkileşim, üretim ve tüketim girmektedir. Binlerce onbinlerce değil, yüz binlerce, hatta milyonlarca yıldır bitkilerden yararlanıyoruz. Biz onları kullanıyoruz, bitkiler de bizi... etkileşim karşılıklı... biz yeni kullanımlar bulup, bitkileri bu amaçla toplayıp tüketmeye başlıyoruz, onlar buna yanıt olarak mutasyona uğruyor, yeni etkin maddeler geliştiriyor, tadlarını, biçimlerini, renklerini, boyutlarını değiştiriyor, dikenler büyütüyor, ya da tükeniyor...
Bize gerekli olduğunu düşündüklerimizi üretiyoruz, onları üretime alıp çoğaltmak için toprağı sürüp hazırlamak, diğer bitkilerden arındırmak, sulamak için emek harcıyoruz. Bu hazırladığımız alanlara, bitki tohumlarını, fidelerini ekerek, bakımlarını yaparak, onları zararlılardan koruyarak bir türün çoğalmasına hizmet ediyoruz. Buna karşılık onlar da ürünlerini, meyvelerini, yapraklarını, tohumlarını, yumrularını bize gıda, ilaç, lif, yakacak, yem, kap-kacak, barınak ve benzeri hammaddeler olarak sunuyor... soluduğumuz oksijeni bile borçlu olduğumuz bitkiler, güzellikleriyle, kokularıyla da bizi etkiliyorlar: bahçelerimizi parklarımızı onlarla süslüyor, sanatta, müzikte, yazılı kültürde onlardan çok değişik şekillerde yararlanıyor, etkileniyoruz. İşimize yaramadığı, hatta zarar verdiği düşünülen arsız otları tüketmek için de insanoğlu pek çok araştırma yapıyor, para ve emek harcıyor.
Bu arada henüz etkin maddelerini ya da olası kullanımlarını bilmediğimiz ya da bir zamanlar belki bazı gruplar tarafından kullanıldığı halde kayıtları tutulmamış yüzlerce-binlerce bitkinin nesli, bizim doğada bilinçsizce bıraktığımız ayak izleri sayesinde tükeniyor. Hızlı nüfus artış hayvan ve bitki türlerinin sayısını dramatik bir biçimde azaltıyor. Harvard Üniversitesi biyologlarından Edward Wilson’a göre her yıl yağmur ormanlarındaki 27.000 tür yok oluyor. Saat başı üç tür demektir bu! Doğa koruma ve bio-çeşitlilik çalışmaları ile etnobotanik çalışmaları birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Zira kırsal kesimde bitkilerle sürekli ilişkide bulunan insanların bu konudaki bilgi dağarcıkları halen vazgeçilmez önemdedir.
İnsanlığın uzun tarihinde tarım, görece olarak yeni bir olgudur ve kullanılan tüm bitkilerin sadece küçük bir bölümü ekilip biçilmektedir. Dünya yüzünde bilinen tüm yüksek bitki sayısı farklı kıstaslara göre değerlendirildiğinde 250.000 ile 750.000 arasında bir sayı verilmektedir. Bunların sadece 3000'inin yenebilen bitkiler olduğu, buna karşılık 200'ünün tarıma alınmış olduğunu bilmek bu konuda bir fikir verebilir. İnsanlar, özellikle kırsal kesimde, halen pek çok yabani bitkiden yararlanmayı sürdürmektedir.
Geçmişte bitkilerin çok daha önemli bir yeri olduğunu biliyoruz. Tarihi bilgilerimizi yokladığımızda pek çok keşfin, örneğin Amerika kıtasının keşfinin bile Marko Polo’nun 13. yy.da gözlemlediği ‘Baharat Adalarına’ ulaşmak için yapıldığını görürüz. Bitkilerden bazıları bir kıtadan diğerine taşınmış, kimisi ulusların kaderini belirlemiş, mutfak kültürlerini değiştirmiş, beslenmelerini, ısınmalarını, bulaşıcı ölümcül hastalıklardan korunmalarını sağlamıştır.
Her ne kadar bugünkü modern yaşamda, kullandığımız bitkilerin kökeni ve varlıkları çok önemli gibi görünmese de bitki ürünleri petrol kadar stratejik bir önemdedir. Gelecekte fosil yakıtlar azaldığında bu önemleri daha da artacaktır. Bugünkü dünya ekonomisinde buğday, pirinç, kauçuk, tütün, haşhaş, kinin gibi gıda, endüstri ve ilaç ürünlerinin ne kadar yer tuttuğunu düşündüğümüzde bu önemi yeniden anımsarız.
Biz burada etnobotaniğin ne olup ne olmadığını tartışırken pek çok uzman bitkileri topluyor, araştırıyor, genetik değişim çalışmaları yapıyor, etkin maddelerini taklid ediyor, sentetiklerini üretiyor. Bunlardan bazılarını yiyor, bazılarını giysi olarak giyiyor, bazılarını uyuşturucu olarak kullanıp bağımlılıklar geliştiriyoruz. Onları sadece gündelik yaşamımızda gıda, ilaç, yakacak gibi maddi ögeler olarak kullanmakla kalmıyor, onlara içinde olduğumuz kültüre, dine ya da dünya görüşüne bağlı çeşitli anlamlar, tinsel değerler yüklüyoruz. Bazılarının uğur, bazılarının bereket getirdiğine, bazılarının nazardan koruyucu olduğuna inanıyor, büyülerde, tütsülerde, nazarlıklarda ya da sevgimizi ifade için kullanıyoruz.
Her kültür, çevresinde bulduğu, yetiştirdiği ya da takas yoluyla sağladığı bitkileri kendi kültürü çerçevesinde kullanıyor. Bir bitkinin o çevrede yaşayan insanlar tarafından kullanılıp kullanılmayacağını neler belirliyor? Örneğin yenilebilen, tadı güzel olan, bir toplumda çok sevilen bir ot, bir başka yerde yine çok bulunabildiği halde yenmiyor. Neden? Bir yörede ilaç olarak toplanan bir bitkiyi, diğer bir yerde neden kimse kullanmıyor? Bu soruların yanıtlarını belki kimse tam olarak bilmiyor, zira kültür çok karmaşık bir olgu, pek çok parametresi var. Ancak bir kültürü oluşturan ögeleri, tatları, kültürel değerleri, onların o bitkiye yüklediği anlamları anladığımızda bazı soruların o bölge için yanıtlarını bulabiliriz.
Anna Lewington 2003’te yayımlanan Plants for People kitabında şöyle diyor: “Sadece yaşamımızı destekleyen pek çok şeyin kökeni konusunda değil, bunları sağlayan insanlar ve çevreler konusunda da ne denli duyarsız olduğumuzu da bu alandaki çalışmalar sırasında fark ettim. Özellikle bitkilerin endüstriyel kullanımlarının çevre üzerindeki yansıması ve geleneksel olarak tarımı yapılanlar dahil bir çok canlı türü üzerinde (bitki ve hayvan) giderek artan tehdit kaygı verici. Ancak her şeyin ötesinde insanlar için kaygılıyım: dünya yüzündeki milyonlarca insan için... Emeğinden yararlandığımız, topraklarını ellerinden aldığımız, sağlıklarını etkilediğimiz, bilgilerini talan ettiğimiz ve bitkisel kaynakları doymak bilmez şekilde tüketerek yaşamlarını kısıtladığımız insanlar için. Kitlesel olarak üretilen bitkisel ürünlerin tüketicileri olarak, genellikle istemeden neden olduğumuz ve bilinçsizce sürdürdüğümüz, sosyal ve çevresel bağlamdaki “ayak izlerimize” ilişkin verileri ortaya koymaya çalıştım. Örneğin, Kosta Rika’ da muz üreticilerinin tarımsal kimyasallar yüzünden zehirlenmeleri ya da Endonezya yağmur ormanlarının büyük bölümünün ucuz margarin ve sabun imalinde kullanılan Afrika yağ palmiyesi üretimi için tahribi, bu ürünleri aldığımızda verilen fişlere yazılmayan bedellerdir.”
Anna Lewington’un kaygılarına katılıyorum. Bilimsel bir çalışma yaparken sadece öğrendiklerimizi kaydetmek ve yazıya dökmek, yayına dönüştürmekle yetinmememiz gerektiğini, bu bilgileri öğrendiğimiz kişilere karşı da sorumluluklarımız olduğunu, öncelikle bu bilginin onların bilgisi olduğunu ve bizim görevimizin bu bilgiyi onlar adına yazıya dönüştürmek olduğunu unutmamanızı söyleyeceğim. Bir biçimde daha çok kişinin bu bilgiden yararlanması, ancak bu yararlanmada onları öğrendiğimiz kişilerin önceliğinin unutulmaması, onlarla tüm sonuçları paylaşmamız gerekir. Sıradan bir tüketici olarak da daha dikkatli ve duyarlı olmamız gerektiğini öğretiyor bu çalışmalar. Hem çevreye, hem bitkilere, hem de onlardan yararlanan ve yararlanacak bugünkü ve gelecek kuşaklara karşı sorumluluklarımızın bilincinde olmamız gerek.
Etnobotanik çalışmalar, son yıllarda giderek önem kazanan disiplinler- arası dallardan biri. Antropoloji, insan kültürlerinin her alanını kapsadığından bitki-insan ilişkilerinin irdelenmesi de antropolojinin alanına giren konulardan. Ancak bu alan, sadece antropologların değil, botanikçi, eczacı, arkeolog, genetikçi, çevre bilimci ve bitki kimyası ile ilgili çalışanların da ilgi alanındadır. Her uzman kendi yöntemleriyle, ancak diğer bilim dallarından uzmanlarla ortaklaşa çalışarak, bu ilişkinin farklı boyutlarını ortaya çıkarabilir. Bir etnobotanik çalışmada ideal olan da tüm bu uzmanlarla ve halkla iyi bir iletişim içinde olmaktır.
Halkın binlerce yıldır kullandığı tüm yabani bitkilerle tarıma alınmış bitkilere ait bilgiler, bunların toplanma ve işlenme teknikleri etnobotanik kapsamına girmektedir. Ülkemizde etnobotanik çalışmaları, özellikle tıbbi bitkiler alanında yoğunlaşmıştır. Bu alanda oldukça çok sayıda çalışma yapılmış olmakla birlikte yine de alan çalışmalarında her gün yeni yeni tıbbi bitkiler saptanabilmektedir.
Kırsal kesimde yabani ot, kök, meyve ve mantarların gıda olarak yoğun olarak kullanıldığını biliyoruz. Birkaç yıl önce yaptığım bir kaynak taramasında kendi bulduklarım da dahil olmak üzere 1000'e yakın bitkinin ülkemizde gıda olarak kullanıldığını gördüm. Yaprakları, kökleri, yumruları, sapları yenenler kadar içilenler –çay ve salep bitkileri-, sakız ve tadımlık yenen çiçekler ve bitki olmamakla birlikte yenen yabani mantar türleri de bu sayıya dahildi. Ancak bu liste sanırım pek çok eksik içermektedir ve bu alandaki çalışmalar arttığında belki 2000'e yükselecektir. Ayrıca gıda olarak kullanılan bitkilerle tıbbi kullanımları olanlar arasında büyük bir örtüşme vardır. Halkın “şifalıdır, her derde devadır, yılda en az bir kez yemelidir” diyerek, binlerce yıllık bir deneyimle yemeyi sürdürdüğü bu bitkiler grubu özellikle incelenmeye değer. Yenen bitkilerle ilgili tarama yaparken, halk tıbbı araştırmalarında Ebegümeci/ Malva, Isırgan / Urtica gibi bitkilerin tıbbi bitkiler arasında sayılarak, ‘dahilen' kullanıldığı belirtilmekteydi: yani gıda olarak tükettiğini söylüyor halk! Bu tür bitkiler, özellikle belli rahatsızlıklarını tedavi etmek için kullanıldığı gibi, bugün antioksidan denilen hastalıklardan koruyucu, bağışıklık sistemini geliştirici amaçlarla da kullanılmaktaydı. Bugün bu bilgileri yeniden keşfediyoruz.
Gıda ve ilaç en önemli iki temel kullanım alanı olsa da, bunlar dışında da halkın yakacak, hayvanları için yem ve inşaattan el sanatlarına, biyolojik mücadeleden sosyal kullanımlara dek çeşitli alanlarda bitkilerden yararlandığını, bu konuda büyük bir bilgi birikimine sahip olduklarını da bilmekteyiz. Yem ve yakacak olarak hangi bitkilerin kullanıldığını, toplandığını bilmek birçok açıdan önemlidir. Örneğin bunlar bilinmeden, bir yörede hangi bitkilere talep olduğunu araştırmadan yapılan erozyon ya da ağaçlandırma çalışmaları başarısız olmaya, yerel halkın kaynaklarını yok etmeye ya da ekilen bitkilerin de yem ya da yakacak olarak tüketilmesine neden olacaktır.
El sanatlarında bitki kullanımı konusunda kırsal kesimde büyük bir erozyon yaşanmaktadır. Dün diyebileceğimiz yakınlıkta bir geçmişe ait gündelik kullanım araç-gereç ve eşyalarını (tarım araçları, sandıklar, hamur tekneleri, hasır, sepet, süpürge gibi nesneleri) bugün artık “etnoğrafik malzemeler” ya da "antika" olarak değerlendirmekteyiz. Kırsal kesimde kullanımları ve üretimleri durmuş ya da son demlerinde olan bu ürünlere rastlamak giderek zorlaşmakta, iyi durumda olanlar antika haline gelmekte, dekor olarak kullanılmaktadır. Basit araç-gereçler, hasırlar, takunyalar, sepetler, zembiller de atılmakta, yakılmaktadır. Müzelerimizde bu tür ürünlerin ancak en görkemli örnekleri, o da hangi bitkiden ve nasıl üretilmiş olduğuna dair en ufak bir bilgi olmaksızın sergilenmektedir. Bitkilerden yararlanmanın en estetik örnekleri olan el sanatları, kaydedilmeden, derlenmeden yok olmanın eşiğindedir ve en önemlisi bunların işlenme ve yapım teknikleri de unutulmaktadır.
Yerel tarım ürünleri, binlerce yıldır çeşitli hastalıklara dayanıklılık geliştirmiş, kıraç ya da kireçli toprağa uyum sağlamış varyeteler, farklı tat ve kokuda ürünler, verimi az, değişik yerel meyve ağaçları, sebzeler ve bunların yerel yetiştirme yöntemleri, yerel reçeteler ve hazırlanma biçimleri de etnobotanik araştırmalarının önemli bir dalıdır. Tahılların yabani ataları ve yerel tarım ürünlerinin genetik çeşitliliğini korumak için bu alanda çalışılması ve mümkünse Menemen Gen Bankası gibi bir kuruluşla işbirliği içinde uzun vadeli korumaya yönelik çalışmalar geliştirilmesi gerekmektedir.
Anadolu'nun bitki zenginliğinin ve pek çok kültüre ev sahipliği etmiş olmasının getirdiği bu kültürel zenginlik, botanikçiler, beslenme uzmanları, ekonomi uzmanları, arkeologlar ve genetikçiler tarafından şimdiye dek oldukça az araştırılmıştır. Yapılan araştırmalar da ne yazık ki birçok yönden doyurucu olmaktan uzaktır ve belirli bir merkezde değerlendirilmediği için dağınık, zor ulaşılan yayınlar halinde kalmışlardır. Bu açığı kapatmanın en iyi yollarından biri farklı disiplinlerden uzmanların katılacağı yerel etnobotanik çalışmalar olarak görülmektedir.
Türkiye 12.000 civarında tohumlu bitki taksonu ile dünyanın en zengin bitki potansiyeline sahip ülkelerinden biridir ve bu sayının üçte biri endemik türlere aittir. Ancak ne endemik bitkilerimizin ne de diğer doğal bitkilerimizden kaçının yararlı olduğu, ne tür kullanımları bulunduğu bilinmemekte, böylece büyük bir ekonomik potansiyel kaynak da heba edilmektedir. Ülkemiz botanikçileri ve arkeologları benzer misyonları paylaşmaktadır. Gerek botanikçiler, gerekse arkeologlar ülkemiz topraklarında varolan büyük doğal ve kültürel zenginliği belgelemeye, araştırmaya, tahrip olmasını önlemeye çalışmaktalar.
Bir arkeolog olarak halkın bitkilere ilişkin bilgisini saptamakla arkeolojik verilerin yorumlanmasına katkıda bulunmak üzere 10 yıl önce bu alanda çalışmaya başladım. Zira, kazı yapılan bölgede gerçekleştirilen bir etnobotanik araştırması, o kazıda ortaya çıkarılan bitkilerin tür düzeyinde tanımlamasına katkı sağlayacağı gibi çevredeki faydalı bitkilerin nasıl kullanıldığına ilişkin yorum olanaklarını arttırır; bitkilerin işlenme tekniklerine ve bu işte kullanılan araç-gereçlere ilişkin bilgiler derlenir ve geçim ekonomisinde cinsiyete göre işbölümü ve mevsimsel etkinlik takvimi ile yeni yorumlara olanak sağlar.
Türkiye'de 3000'i aşkın endemik bitkinin varlığı ve kültürel birikimin zenginliği düşünüldüğünde etnobotanik çalışmaların önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Eğer bu çalışmalar hızla sürdürülemezse neyi kaybettiğimizi bile bilmeden bu bilgiler yok olacaktır. Bilgilerin de endemik olduğunu ve çoğu endemik bitkilerden daha da kısa ömürlü ve korunmaya muhtaç olduğunu unutmayalım.