Cuma, Kasım 29, 2013

XI. Uluslararası Etnobotanik Sempozyumu
2-5 Kasım 2013, Antalya


İlki 1999'da Costa Rica'da gerçekleştirilen, etnobotanik ve ilişkili alanlarda bilimsel çalışmaları yaygınlaştırmayı amaçlayan Etnobotanik Sempozyumunun 11. si Antalya'da gerçekleştirildi. Organizasyonunu Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi'nden Doç. Dr. Alev Tosun'un yaptığı sempozyuma 30'u aşkın ülkeden 150-200 kişi katıldı. Avrupa ve Latin Amerika'dan oldukça az sayıda bilim insanı olmasına karşın Çin, Kore, Malezya, Endonezya, Tayland, Pakistan ve Hindistan'dan katılım ağırlıktaydı. Beldibi Paloma Renaissance Otelde gerçekleştirilen sempozyumda sunumlar daha çok farmakognozi ve bitki kimyası alanındaydı. Son yıllarda yaygınlaşan, beş yıldızlı otellerde gerçekleşen kongrelere katılım yerli akademisyenler için ne yazık ki giderek zorlaşıyor, hele öğrencilerin katılımı TÜBİTAK ve benzeri kurumlarca desteklenmezse çok sınırlı kalıyor. Türkiyeden katılım olasılıkla bu nedenle oldukça sınırlıydı. Katılımın maddi yüküne karşın günübirlik de olsa Giresun'dan gelen Rıdvan Polat ve Konya'dan gelen Osman Tugay'ı görmek çok sevindiriciydi. Eskişehir'den Neş'e Kırımer ve Fransa'dan Michele Nicolas'la yeniden görüşmek de öyle. Ege Üniversitesi ekibi altı kişiyle en kalabalık ekipti, dirençleri, veri tabanı projeleri ve posterleriyle sempozyuma renk kattılar. Türkiyeli katılımcıların etnobotanik sunumları ve posterleri bu alanın Türkiye'de geldiği noktayı göstermesi bakımından çok sevindiriciydi. Umalım ki bundan sonra yapılacak etnobotanik başlıklı toplantılarda farmakognozi yerine ağırlık etnobotaniğe verilir.

Açılış konuşmasında Anadolu'da prehistorik dönemden günümüze etnobotanik izlerini sürmeye çalıştım. Yabancı katılımcılara yönelik olarak Anadolu'nun binlerce yıllık çok renkli, çok katmanlı bitki kullanım mirasını 40 dakikada özetlemem gerekti. Ancak Endonezyadan katılan Ramadanil'in Endonezyayı oluşturan 17.000 adadan biri olan Sulawesi adasında etnobotanik araştırmalar konuşmasını dinlerken benim miras zenginliği kavramım da epey sarsıldı. 11.000'i aşkın bitkiyi, üç bitki kuşağını içermesi ve kültürlerin geçiş noktası olması gibi nedenlerle Anadolu'nun bio-kültürel çeşitliliğinden ve zengin mirasından dem vururken, Endonezya'nın 25.000 çiçekli bitkiyi, 400 etnik grubu, 650 dili ve 47 ekosistem tipini kapsadığı bilgisi çarpıcıydı. Hani demişler ya, 'mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!'.

Zohara Yaniv- Aktar- Kudüs 2000
Haşhaş bitkisi
Afife Mat'ın Osmanlı imparatorluğu'nda afyon'un tarihi, Ayşe Mine Gençler-Özkan'ın Türkiye'de kullanılan şifalı çaylar ve Yeter Yeşil'in Türkiye'de yeni gelişen etnobotanik koleksiyonlarından bahseden sunumları; D. Crandall'ın Namibia'da Himba topluluklarındaki hastalık kavramları, B. Rendon Aguilar'ın Meksika'da %80'i endemik olan 800 tür kaktüsten meyveleri yenen iki türün doğada ve farklı yetiştirme koşullarında karşılaştıkları sorunları ve verimlerini kıyaslaması, Zohara Yaniv'in İsrail'deki Etiyopya ve Yemen musevilerinin geleneksel tıp uygulamalarını kıyaslaması ve G. Abdolbaset'in İran'da salep toplayıcılığı ve ticareti ile ilgili sunumları akılda kalanlardı.

Habib Ahmad, Pakistan'da etnobotanik çalışmaların tarihçesi ve günümüzdeki durumu özetlediği konuşmasında farmakognozi çalışmalarının ağırlıklı olduğunu, 7 üniversite ile 7 merkezde (resource center?) etnobotanik eğitimi verildiğini ve yüzlerce eğitilmiş etnobotanikçinin ülke çapında çalışma yaptığını anlattı. Türkiye'de 'yüzlerce eğitilmiş etnobotanikçi', eğer eğitimden kasıt iki günlük temel kurslar ve lisans eğitimi sırasında alınan bir etnobotanik dersi değil ise, henüz bir hayal. Ama güzel bir hayal, bir gün belki Türkiye etnobotaniği ile ilgili bir sunumda böyle bir cümle kurmaya cesaret edebilirim. Düş kurmak gerekli ve iyidir.