Pazar, Aralık 16, 2012

7. Yeşil Yayla Festivali Hakkında Gecikmiş Notlar

Bu yazın en güzel anıları Arhavi- Artvin ve Fındıklı- Rize'de gerçekleştirilen 7. Yeşil Yayla Festivaline aitti. Bugün geriye bakıp festival anılarımı, izlenimlerimi yazmak istedim. 29 Ağustos'tan 3 Eylüle dek Lome (Yolgeçen) ve Cennet köyleri arasında dolaştık ve yemyeşil Karadeniz'in keyfini çıkardık. Ama bununla kalmadık, pek çok yeni şey öğrendik, tattık, dokunduk bir ucundan Karadeniz'e. Gencecik gönüllüleriyle, yerel meyve ve yemek ziyafetleriyle, sepetleri- gudelileri, sonsuz halayları ve müziğiyle festival şahaneydi. Karadenizin yağmuru eksik olmadı. Yağmur altında yaylalar, pırıl pırıl parlayan yeşilin her tonu, arada koyu siyaha yakın buğulu ve çok lezzetli karayemişler, yaban mersinleri, ağaçlardan dökülen elmalar, armutlarla pekmez kaynatanlar, çay toplayanlar, mısır ayıklayanlar ve kemençeyi, tulumu duyunca işi gücü bırakıp halaya duranlar...
GOLA'nın bu yıl 7. sini kutladıkları yayla festivali tam bir isabetle yerel meyve çeşitlerine ayrılmıştı. Muğla Meyve Mirası Çalışma Grubunu temsilen Neş'e Bilgin'le birlikte katıldığımız bu festivalde Gola ekibi bizden tam not aldı, bunun bir anlamı olmasa da... Eminiz Karadenizin bu cennet köşesinde adı sanı bilinmeyen pek çok yerel meyve çeşidi bulacaklar ve bu meyvelerin kullanımlarına ait geleneksel yöntemler saptayacaklar. Kendi yörelerinin kültürel mirasını ciddiye alan, araştıran, korumaya, sürdürmeye çalışan bu gençler yarınımızın sigortası diye düşünüyorum. Onlara yardımcı olan yerel ekipte öğretmen Yücel Yıldırımkaya ve turizmci Refik Lakerta'nın emekleri inkar edilemez ve elbet konukseverlikleri... Dilbilimci İrfan Çağatay'ı,  alabalık restoranı sahibi Hasan Aksoylu'yu (ahşap hasır eserler koleksiyonunu, dink düzeneğini unutamayacağım), kemençe ustası Tevfik Küçükay'ı, Avcılar köyünde yerel meyve cenneti bahçesiyle Medet Özçavuş ve ailesini tanımaktan da büyük keyif aldım.  Birol Topaloğlu'nun tulumunu daha önce de dinlemiştim bir iki kez, ama Karadeniz'de başka üfledi. Ekibinde yer alan Burhan Hasdemir, Emre Pehlivanlar ve Mustafa Biber de herbiri ayrı değerde müzisyenlerdi ve hepsini tanımak çok güzeldi. En şaşırtıcı deneyim Şafak Velioğlu'nun köy çocuklarıyla gerçekleştirdiği müzik izletisiydi. Köydeki atılmış, işe yaramayan ne varsa toplatıp boyalarla süsleyip kendi müzik araçlarını yaratmıştı çocuklar. Bu kadar yaratıcı, hem çocuklara birşeyler öğreten, hem keyifle izlenen bir gösteriye daha önce hiç tanık olmamıştım. Günlerce emek verdiği bu gösterim yağmur altında geçti, çeşitli terslikler oldu, istediği performans gerçekleşemedi diye yıprattı kendini, ama ben bundan daha mükemmel bir ritm birlikteliği düşleyemezdim. Karadeniz Kadın Sahnesi de müthişti tek kelimeyle. Makedonya'dan Bajsa Arifovska, kavalı, gaydası, tamburası ve kemanıyla; Ustrumiça'lı Fehmiye Çelik olağanüstü sesiyle beni çok etkiledi. Dalepe Nena grubundan Mine Kalaycı ile Güler Topaloğlu ve kemençeci İlknur Yakupoğlu üçlüsü her iki konserlerinde de birbirinden güzel türküler, ağıtlar söylediler. Unuttuklarım vardır muhakkak ama anımsama böyle seçici birşey işte. Hemen yazsaydım başka izlenimler öne çıkardı, ama önemli olan bu güzelim insanları, doğayı, kültürü gözlemleyebilmiş olmak ve etnobotanik adına yeni bilgilerle donanarak geri dönmekti. Sevgili Refika ve tüm Gola gönüllüleri, hepinize sonsuz teşekkürler.













Cumartesi, Ağustos 18, 2012


Etnobotanikçilerin başı sagolsun:
İznik'te sepetçi ustası Ali Kurtay'ı kaybettik

İznik- Göllüceli sepetçi Ali dayı’nın vefatını duyunca aklıma Yunus Emre’nin dizeleri geldi:
Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin’

9 Ağustos 2012’de aramızdan ayrılan Ali Kurtay, benim sevgili ‘sepetçi ustam’dı. İznik’te bu mesleği sürdüren son ustalardan biriydi. Kimsesiz değildi ama Göllüce köyündeki evinde yalnız yaşardı. 82 yaşında birinin köy yerinde yalnız yaşaması Anadolu’da az görülen bir olaydır. Doğduğu büyüdüğü köyünde oğlu, kızı, torunları olmasına karşın tek başına yaşamını sürdürürdü. Karısı ölmüş, çocukları evlenmişti, kimsenin yanına sığınmadan tek başına son gününe dek sevdiği işini, sepetçiliği sürdürdü. Kimseye yük olmadan, ördüğü sepetlerle harçlığını çıkararak yaşadı. Güler yüzünü, elinde sepetleriyle çarşıya gelişini, pazarda ona rastlamayı, takılmayı çok özleyeceğim. Bana yaptığı güzelim odun sepetini, sofrayı, bahçemde meyve sebze toplarken kullandığım zeytin sepetlerini de özenle kullanmayı sürdüreceğim.
Fındıktan çok güzel zeytin sepetleri örerdi. Arada nişan ve gelin sepeti, sofra, kiraz tabağı dediği çeşitlemeleri de yaptığı olurdu, ama en çok yuvarlacık karınlı, kısa saplı zeytin toplama sepetlerini severdim. Sepetin en zor kısmı olan ‘ağız bağı’ denilen bitirme yerini son yıllarda plastik şeritlerle tamamlıyordu ve benim de kendisine takılma nedenim buydu. ‘Ali usta, kolaya kaçma, şu plastik şeritleri kullanma’ diye takılırdım ona, o ise bunların daha dayanıklı olduğunu söylerdi.
Atölye olarak kullandığı evinin avlusunda onunla sohbete gittiğimiz bir gün bize acılı hayat öyküsünü anlattı, annesiyle babasının geçimsizliğinden, sevgi görememiş oluşundan, hanımıyla da sevgi dolu bir ilişki kuramadığından yakındı. Yakınmalarını bir süre sürdürdükten sonra da keyifli bir kahkaha atıp:
‘Yastıklar minderler
Göllüceli Kel Ali’ye
Kim derler?
Seleci sepetçi derler’
diye kendi yazdığı bir mani söyledi. Kendisine adını sorana ‘Kel Ali’ ya da ‘Fındık Kurdu’ derdi. Esprili, neşeli bir yanı vardı, en çok sevdiği şeylerden biri televizyon kameralarıydı. TRT’nin yaptığı belgeselin yanı sıra birçok yerel kanal da onu çekmişti ama hep bana ne zaman kameralarla geleceğimi sorup dururdu. Bir sepet kursu yapmak üzere davetimi zar zor kabul etmişti, ancak kadınların bu işe meraklı olduğunu duyunca ‘bu işi onlar yapamaz, dağa gidip fındık biçemez, onu dilemezler’ demişti. Yine de malzemeleri kendisi hazırlama koşuluyla sepet yapmayi öğretmeye istekliydi. Ne yazık ki bu kursu gerçekleştiremedik, ona yeni öğrenciler kazandıramadık.
Torunu Tamer Kurtay ve yakınları onun aletlerini, fotoğraflarını ve geride kalan sepet malzemelerini verdiler. Göllüceli Halil İbrahim’e ve Tamer’e içtenlikle teşekkür ederim. Ali ustanın anısını ve sepetlerini İznik’te yaşatmaya çalışmayı ve ölümünden duyulan eksikliği birkaç satırla da olsa anmayı borç biliyorum. Temennim bu diyarın daha nice Ali ustalar yetiştirmesi ve güzelim sepetlere hasret kalmamamız. Eminim Ali dayı bu temennime içtenlikle katılacaktır.