Çarşamba, Ağustos 26, 2009



İZNİK'ten MERHABA
Uzun zamandır yazmama nedenim etnobotanik alanında yeni bilgiler, veriler olmaması değil yaşamımdaki değişikliklerdi. Ekim 2008'de yıllardır özlemini çektiğim adımı atarak İstanbul'dan İznik'e taşındım. Halkın bitki bilgisini, bilgeliğini İstanbul'dan Anadolu'ya seyahat ederek değil, tarımla uğraşan bir kırsal alanda birebir yaşayarak derlemek, toprağa yakın yaşamak istiyordum nicedir. Bu isteğim gerçek oldu, darısı diğer düş kuranların başına. Düşler kuralım hangi yaşta olursa olsun, kuralım ki düzene, alışkanlıklara, rahatlığın çağrısına ve bilinmeyenden duyduğumuz korkulara yenik düşmeyelim. Şikayet etmeden, doğayla uyumlu, saygılı bir yaşam sürdürelim.

İznik olağanüstü bir tarihsel geçmişe, verimli bir toprağa sahip, suyu bol, doğa güzellikleri açısından zengin bir küçük kasaba. Burada işini iyi yapmaya çalışan, bilgisini, emeğini güleryüzle paylaşan güzel dostlar da edindim, Nursan ve Adil Can çifti sadece çini konusundaki bilgi ve güzelim ürünlerini paylaşmakla kalmadılar, kantaron yağının tıbbi kullanımı konusunda mucizeler yarattığını gösterdiler bana gelir gelmez. Köpeğimin geçirdiği ameliyat sonrasında bana dostları için şişeledikleri ve herkese cömertçe sundukları kantaron yağından verdiler. Ameliyat yarasını da, diğer yara ve kesikleri de nasıl hızla iyileştirdiğine bir kez daha tanık oldum. Etnobotanik konusunda bana bilgi veren herkes sağ olsun, yenen otları artık bahçemden toplayabiliyorum. Sebzemi, meyvemi bahçem sağlıyor, ilaçsız, gübresiz hem de.

Olumsuzluklar yok değil tabii ki, İznik bir cennet ama zehirli bir cennet ne yazık ki. Tarımsal ürünlerin daha iri, kurtsuz, çürüksüz, gösterişli ve bol olması çeşitli zehirler sayesinde gerçekleşiyor. Pazardan aldığımız, dalında görüp hayran kaldığımız tüm ürünler bu yoğun ilaçlamalardan nasibini almış durumda. Kısacası İznikte Türkiye'nin pek çok yerinde olduğu gibi organik tarım henüz başlamamış, başlaması için herhangi bir çaba da yok ufukta. Meyvelere, sebzelere sürekli ilaç püskürtülüyor, bu ilaçların zamanlaması, miktarı ve satıştan ne kadar öncesine dek ilaçlama yapıldığı bir denetime tabi değil.
Zemin suyunu, gölü, dereleri kullanıyoruz sulamada. Pompalar sürekli gölden su çekiyor, tarımda kullanılan zehirler, atıklar, topraktan yeraltı sularına, derelere ve tabii ki göle karışıyor. Balıklar, arılar, kuşlar, böcekler, yılanlar da bu zehirden nasibini alıyor, giderek azalıyor. Artık kasabada, köylerde arıcılık yapan çok az, herkes arılarını dağa, yakın yaylalara çıkarıyor. Benim de 3 kovanım var Aziz Ersöz'den aldığım, kendi bahçemde ilaç kullanmasam da çevre bahçelerdeki ilaçlamalardan nasibini aldı arılar, kovanların önünde birkaç santimlik bir ölü arı tabakası var. Aziz amca dağa götürmeyi önerdi kendisininkilerle birlikte, reddettim, bu bahçenin döllenmesi için benim onlara ihtiyacım var, onlar için belki son sığınaklardan biri de bu bahçe. 9 dönümün hükmü okunmaz belki bunca zehir deryasında ama bu bir adım olabilir mi göreceğiz hep birlikte.

Yerel meyve çeşitleri konusunda Muğla'da başlattığımız, halen Esin Işın'ın sürdürdüğü çalışmaları ben de kendimce İznik'te uygulamaya ve bilgi, aşı, çubuk derlemeye başladım. Müşküle köyünden adını alan, Ekimde olgunlaşan, bal renginde ve çilli Müşküle üzümlerinden 7 çelik diktim geçen Ekim ayında, 6 sı tuttu. Baharda yeşerdiklerini gördüğümde tuttu diye sevinirken bahçıvan İsmail 'hemen sevinme, Ağustos geçmeden tuttu diyemezsin'' dedi. Eh, Ağustos sonuna geldiğimize göre artık tuttuklarını söyleyebilirim. Üç çeşit de armut aşılandı Adnan Özgüler tarafından bahçedeki 3 ayva ağacına: Bahri Bey armudu tutmadı, Akçe armutla Deveci ise tuttu gibi. Çarşamba Pazarına bahçesinden ürün getiren kadınlar daha pek çok yerel çeşidin yaşadığının göstergesi, ancak bu konudaki derlemeleri ancak köylerde birebir ağaçları görüp ürünleri tattığım zaman paylaşabileceğim.
İznikte öğrendiklerimi de bundan sonra bu blogda yazacağım.