Cumartesi, Ağustos 18, 2012


Etnobotanikçilerin başı sagolsun:
İznik'te sepetçi ustası Ali Kurtay'ı kaybettik

İznik- Göllüceli sepetçi Ali dayı’nın vefatını duyunca aklıma Yunus Emre’nin dizeleri geldi:
Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin’

9 Ağustos 2012’de aramızdan ayrılan Ali Kurtay, benim sevgili ‘sepetçi ustam’dı. İznik’te bu mesleği sürdüren son ustalardan biriydi. Kimsesiz değildi ama Göllüce köyündeki evinde yalnız yaşardı. 82 yaşında birinin köy yerinde yalnız yaşaması Anadolu’da az görülen bir olaydır. Doğduğu büyüdüğü köyünde oğlu, kızı, torunları olmasına karşın tek başına yaşamını sürdürürdü. Karısı ölmüş, çocukları evlenmişti, kimsenin yanına sığınmadan tek başına son gününe dek sevdiği işini, sepetçiliği sürdürdü. Kimseye yük olmadan, ördüğü sepetlerle harçlığını çıkararak yaşadı. Güler yüzünü, elinde sepetleriyle çarşıya gelişini, pazarda ona rastlamayı, takılmayı çok özleyeceğim. Bana yaptığı güzelim odun sepetini, sofrayı, bahçemde meyve sebze toplarken kullandığım zeytin sepetlerini de özenle kullanmayı sürdüreceğim.
Fındıktan çok güzel zeytin sepetleri örerdi. Arada nişan ve gelin sepeti, sofra, kiraz tabağı dediği çeşitlemeleri de yaptığı olurdu, ama en çok yuvarlacık karınlı, kısa saplı zeytin toplama sepetlerini severdim. Sepetin en zor kısmı olan ‘ağız bağı’ denilen bitirme yerini son yıllarda plastik şeritlerle tamamlıyordu ve benim de kendisine takılma nedenim buydu. ‘Ali usta, kolaya kaçma, şu plastik şeritleri kullanma’ diye takılırdım ona, o ise bunların daha dayanıklı olduğunu söylerdi.
Atölye olarak kullandığı evinin avlusunda onunla sohbete gittiğimiz bir gün bize acılı hayat öyküsünü anlattı, annesiyle babasının geçimsizliğinden, sevgi görememiş oluşundan, hanımıyla da sevgi dolu bir ilişki kuramadığından yakındı. Yakınmalarını bir süre sürdürdükten sonra da keyifli bir kahkaha atıp:
‘Yastıklar minderler
Göllüceli Kel Ali’ye
Kim derler?
Seleci sepetçi derler’
diye kendi yazdığı bir mani söyledi. Kendisine adını sorana ‘Kel Ali’ ya da ‘Fındık Kurdu’ derdi. Esprili, neşeli bir yanı vardı, en çok sevdiği şeylerden biri televizyon kameralarıydı. TRT’nin yaptığı belgeselin yanı sıra birçok yerel kanal da onu çekmişti ama hep bana ne zaman kameralarla geleceğimi sorup dururdu. Bir sepet kursu yapmak üzere davetimi zar zor kabul etmişti, ancak kadınların bu işe meraklı olduğunu duyunca ‘bu işi onlar yapamaz, dağa gidip fındık biçemez, onu dilemezler’ demişti. Yine de malzemeleri kendisi hazırlama koşuluyla sepet yapmayi öğretmeye istekliydi. Ne yazık ki bu kursu gerçekleştiremedik, ona yeni öğrenciler kazandıramadık.
Torunu Tamer Kurtay ve yakınları onun aletlerini, fotoğraflarını ve geride kalan sepet malzemelerini verdiler. Göllüceli Halil İbrahim’e ve Tamer’e içtenlikle teşekkür ederim. Ali ustanın anısını ve sepetlerini İznik’te yaşatmaya çalışmayı ve ölümünden duyulan eksikliği birkaç satırla da olsa anmayı borç biliyorum. Temennim bu diyarın daha nice Ali ustalar yetiştirmesi ve güzelim sepetlere hasret kalmamamız. Eminim Ali dayı bu temennime içtenlikle katılacaktır.