13-15 Ekim 2014'te Buğday Derneği'nin ev sahipliğinde International Federation of Organic Agriculture Movements (Uluslarası Organik Tarım Hareketleri Federasyonu) 18. kez üyelerini ve organik tarımla ilgilenenleri bir araya topladı. Harbiye'deki İstanbul Fuar Merkezi'nde dünyanın 80 ülkesinden 1000'i aşkın katılımcı, kongre süresince üç farklı dalda 60'a yakın panel ve atölyeye katıldı.
'Organik Köprüler Kurmak' temalı kongre, birbirinden çarpıcı konuşmacıları, yaratıcı tartışma biçimleri ve gerek düzenleyicilerin, gerek katılımcılarının çabasıyla pek çok köprü kurdu hiç şüphesiz. Tek kusuru katılımın bizim ölçülerimiz için oldukça pahalı olmasıydı. Türkiye'de organik tarım yapanların ancak şirketler ya da sivil toplum örgütleri, kooperatifler düzeyinde temsili mümkündü. Çiftçilerin, sertifikasız, ekolojik tarım yapan bireylerin pek çoğunun katılımı olanaksızdı bu katılım ücretiyle. Yine de üç yılda bir toplanan bu kongre İstanbul'da toplanmışken katılmamak olmazdı. Dünyada bu konuda neler tartışıldığını konularında en deneyimli kişilerden duymak ve organik tarımın alternatifleri karşısındaki duruşunu öğrenmek için olağanüstü bir okul olarak düşündüm. Kongre gerçekten olağanüstü konuşmacıları ve seçmesi birbirinden zor ders (panel ve atölye formatında) programıyla iyi bir fırsattı. Buğday Derneği, vaktiyle Viktor'un katıldığı ve İstanbul'a davet ettiği kongrenin hakkını verdi; kusursuz bir kongre akışını, güler yüzle, iyi bir ekip çalışmasıyla tamamladı. Viktor görse ekibiyle, arkadaşlarıyla gurur duyardı. Gönül Paksoy'un kadın- erkek tüm Buğday ekibine diktiği giysiler de yerelin duru güzelliğini ortaya koymuş, hepsine çok yakışmıştı.
Açılış töreni sade olduğu kadar etkileyiciydi. Tugay Başar'ın vücut perküsyonuna tüm salonu ortak etmesi, herkesin aynı anda yavaşça ellerini göğüslerine vurması, tempo ile el çırpması tüm katılımcıların yek vücut hissetmesini sağladı. Ney ile perküsyon karışımı müzikleri, Güneşin Aydemir'in okuduğu şiiri daha da anlamlı kıldı. Kapanışta Güneşin'in çok anlamlı bir cümlesi vardı: “Hepimizin temiz gıda, temiz doğa, iyi ilişkiler ve kutlamalara ihtiyacımız var.” Evet, sadece temiz ve lezzetli gıda ile olmuyor, iyi ilişkiler, sağlıklı ve dik bir duruş, barış ve kutlamalara (hatta şükür duygusu, şükran duygusu, şefkat, tevekkül, kanaat ve benzeri artık az bulunan duygulara), sakin, sade törenlere de en az sağlıklı gıda kadar gereksinimimiz var.
IFOAM Genel Müdürü Marcus Arbenz de kapanışta üretici ve tüketici arasındaki bağın güçlendirilmesi gerektiğini vurguladı ve 'Organik sadece kimyasallardan arınmış değil aynı zamanda yerel, etik, adil ve ulaşılabilir olmalı' dedi. Kongre boyunca sürdürülebilir, etik ve yerel en çok duyduğum sözcüklerdendi. Tam da olması gerektiği gibi diye düşündüm.İşte aldığım derslerden bazıları:
Organik tarım konusunda en ciddi eleştiriler ve özeleştiriler 'sertifikasyon' sisteminden kaynaklanmakta. Organik 3.0 versiyonunun hala önemli bir güven unsuru olduğu ancak bir yandan da bir 'şişeboğazı' (bottleneck) oluşturduğu söylendi. Tümü olmasa da dinlediğim konuşmacı ve panelistlerden çoğu, sertifikasyonun yarattığı yüksek fiyat, bürokrasi ve sertifikalı tohuma, fideye bağımlılıktan yakındı. Uygulanan alternatif yöntemler de tartışıldı. Özellikle 'yerel ağlar oluşturmak', şirketlerin 'ekolojik yarar' notu (eco-wellness regulations; common welfare matrix) ile değerlendirilmesine yönelik yasaların çıkarılması (Almanya); Katılımcı Garanti (PGS-Participatory Guarantee System) gibi çiftçilerin birbirini denetlediği şeffaf sistemler; yerel tohum bankaları; tarım yapanlarla hayvancılık, süt üretimi yapanlar arasında gübre takas ortaklığı (Danimarka) gibi yöntemler konusunda deneyim paylaşımı yapıldı.
PGS olarak tanımlanan katılımcı garanti sistemi, İtalya, Brezilya gibi ülkelerde organikle eşdeğer- yakın kabul gören ve fiyatlandırılan bir uygulama. Ancak bunun da sorunları olduğu, 3. parti sertifikasyonu denen şirketlerce uygulanan sertifikasyondan daha kolay olmadığı, bu sisteme dahil olan çiftçilerin hep birlikte diğer çiftlikleri dolaşıp form doldurduğu; harcanan emek/zaman, kırtasiye işi ve yol masraflarının sonuçta daha ucuza gelmediği belirtildi. Çiftlik ziyaretlerinde tartışma- değerlendirme toplantıları çok uzuyor, yol da eklenince günler bu ziyaretlerle geçiyor dendi. Her durumda 'ne sertifikalı olmak kolay, ne de sertifikasız!'. Italya'dan 'bio-bölgeler' konusunda ilginç bir tebliğ vardı. Bugüne dek 3'ü Toscana'da olmak üzere 10 bio-bölge tanımlandığını, toplam 500.000 kişinin yaşadığı bu 11 belediye sınırlarında 9.000 ha alan üzerinde 2000 organik çiftlik olduğunu not almışım. 2004'te başlanan çalışmaların 2009'da belediyelerle işbirliğine gittiği, organik pazarların, organik yürüyüş yollarının kurulduğunu, devlete ait toprakların da organiğe geçtiğini ve bio- bölgelerde sertifikasyonu kolaylaştırdıklarını anlattı Salvatore Basili. Aralık ayında Roma'da Corchiano'da tüm bio-bölgelerin temsil edileceği festivale davet ett. (www.biodistretto.net). Aynı oturumda Yeditepe Üniversitesi'nden Metin Turan da Çoruh Vadisi'nde organik tarımı geliştirmek için uyguladıkları rizobakteri ile nitrojen tutulumunun ürün kalitesine, miktarına etkileri projesinden bahsetti. Belki böylesi bölgelerimizde bio-bölgeler oluşturulabilir diye düşündüm.
ABD'den davetli konuşmacı, yazar Anna Lappe, 'Ucuz gıdanın yüksek bedeli'ni, dev tarım-gıda şirketlerinin organik-temiz gıdaya karşı verdikleri inanılmaz savaşı, geçen yıl 150 milyon doları lobi faaliyetlerine harcadıklarını aktardı. Örneğin Monsanto'nun kurduğu sanal 'Çiftçi Birlikleri' yle, 'organiğin ötesinde', 'organikten de iyi' fikirlerini topluma yaymaya çalıştığını anlattı. Annesinin o çocukken yazdığı 'Diet for a Small Planet' yemek kitabıyla kendi çocukluk fotoğrafını paylaştı. Bu kitap ABD'de öğrenciyken sevgili Linda Braidwood tarafından bana armağan edilen ve hala arada baktığım kitaptı. Anna, annesiyle birlikte kurdukları 'Small Planet Enstitüsü' ile araştırma fonları verdiklerini ve yerel örgütler arası ağlar oluşturmaya çalıştıklarını anlattı. The Gift/Armağan adlı bu yılın ödül kazanan kısa filmi paylaştı. Tohum üreten bir çiftçinin çok etkileyici filmi. Siz de izlemek isterseniz: http://realfoodmedia.org/video/video-3/
ABD'den bir başka davetli ise girişimci bir çiftçiydi: Will Allen. Tarımın ABD'de ataları olan zencilerin işi olduğunu söyleyerek başladı. Kent tarımını başlatanlardan biriydi. Terk edilmiş spor salonları, fabrika binaları gibi yerlerde, çok farklı kompost karışımlarıyla, yükseltilmiş yataklarda, topraksız tarımla, kimi yerde solucanları, kimi yerde talaşı ya da kahve atıklarını kullanarak, seralar yaparak kentlerin göbeğinde balık, mantar, sebze, meyve, arı, keçi, tavuk yetiştirmelerini anlattı. Yüzlerce resim gösterdi ve herkesi büyüledi bu upuzun boylu, eski basketçi, şimdinin kasketli çiftçisi. http://www.growingpower.org/
Davetli kapanış konuşmacılarından Butan Tarım ve Orman bakanı Lyonpo Yeshey Dorji, Butan’ın küçük ve mutlu bir ülke olduğunu söyleyerek söze başladı. Mutlu kral ve kraliçelerinin resimlerini gösterdi. Yeshey Dorji’nin 2020’de dünyadaki ilk ve tek yüzde yüz organik ülke olacaklarını söylemesi çok alkış aldı.
Kapanışta değerlendirme yapanlar arasında yer alanlardan Prof. Uygun Aksoy ve Gürsel Tonbul'da 2017'de organiğin Türkiye'de farklı bir yerde olacağını umduklarını belirttiler.
'Organik Köprüler Kurmak' temalı kongre, birbirinden çarpıcı konuşmacıları, yaratıcı tartışma biçimleri ve gerek düzenleyicilerin, gerek katılımcılarının çabasıyla pek çok köprü kurdu hiç şüphesiz. Tek kusuru katılımın bizim ölçülerimiz için oldukça pahalı olmasıydı. Türkiye'de organik tarım yapanların ancak şirketler ya da sivil toplum örgütleri, kooperatifler düzeyinde temsili mümkündü. Çiftçilerin, sertifikasız, ekolojik tarım yapan bireylerin pek çoğunun katılımı olanaksızdı bu katılım ücretiyle. Yine de üç yılda bir toplanan bu kongre İstanbul'da toplanmışken katılmamak olmazdı. Dünyada bu konuda neler tartışıldığını konularında en deneyimli kişilerden duymak ve organik tarımın alternatifleri karşısındaki duruşunu öğrenmek için olağanüstü bir okul olarak düşündüm. Kongre gerçekten olağanüstü konuşmacıları ve seçmesi birbirinden zor ders (panel ve atölye formatında) programıyla iyi bir fırsattı. Buğday Derneği, vaktiyle Viktor'un katıldığı ve İstanbul'a davet ettiği kongrenin hakkını verdi; kusursuz bir kongre akışını, güler yüzle, iyi bir ekip çalışmasıyla tamamladı. Viktor görse ekibiyle, arkadaşlarıyla gurur duyardı. Gönül Paksoy'un kadın- erkek tüm Buğday ekibine diktiği giysiler de yerelin duru güzelliğini ortaya koymuş, hepsine çok yakışmıştı.
Açılış töreni sade olduğu kadar etkileyiciydi. Tugay Başar'ın vücut perküsyonuna tüm salonu ortak etmesi, herkesin aynı anda yavaşça ellerini göğüslerine vurması, tempo ile el çırpması tüm katılımcıların yek vücut hissetmesini sağladı. Ney ile perküsyon karışımı müzikleri, Güneşin Aydemir'in okuduğu şiiri daha da anlamlı kıldı. Kapanışta Güneşin'in çok anlamlı bir cümlesi vardı: “Hepimizin temiz gıda, temiz doğa, iyi ilişkiler ve kutlamalara ihtiyacımız var.” Evet, sadece temiz ve lezzetli gıda ile olmuyor, iyi ilişkiler, sağlıklı ve dik bir duruş, barış ve kutlamalara (hatta şükür duygusu, şükran duygusu, şefkat, tevekkül, kanaat ve benzeri artık az bulunan duygulara), sakin, sade törenlere de en az sağlıklı gıda kadar gereksinimimiz var.
IFOAM Genel Müdürü Marcus Arbenz de kapanışta üretici ve tüketici arasındaki bağın güçlendirilmesi gerektiğini vurguladı ve 'Organik sadece kimyasallardan arınmış değil aynı zamanda yerel, etik, adil ve ulaşılabilir olmalı' dedi. Kongre boyunca sürdürülebilir, etik ve yerel en çok duyduğum sözcüklerdendi. Tam da olması gerektiği gibi diye düşündüm.İşte aldığım derslerden bazıları:
Organik tarım konusunda en ciddi eleştiriler ve özeleştiriler 'sertifikasyon' sisteminden kaynaklanmakta. Organik 3.0 versiyonunun hala önemli bir güven unsuru olduğu ancak bir yandan da bir 'şişeboğazı' (bottleneck) oluşturduğu söylendi. Tümü olmasa da dinlediğim konuşmacı ve panelistlerden çoğu, sertifikasyonun yarattığı yüksek fiyat, bürokrasi ve sertifikalı tohuma, fideye bağımlılıktan yakındı. Uygulanan alternatif yöntemler de tartışıldı. Özellikle 'yerel ağlar oluşturmak', şirketlerin 'ekolojik yarar' notu (eco-wellness regulations; common welfare matrix) ile değerlendirilmesine yönelik yasaların çıkarılması (Almanya); Katılımcı Garanti (PGS-Participatory Guarantee System) gibi çiftçilerin birbirini denetlediği şeffaf sistemler; yerel tohum bankaları; tarım yapanlarla hayvancılık, süt üretimi yapanlar arasında gübre takas ortaklığı (Danimarka) gibi yöntemler konusunda deneyim paylaşımı yapıldı.
PGS olarak tanımlanan katılımcı garanti sistemi, İtalya, Brezilya gibi ülkelerde organikle eşdeğer- yakın kabul gören ve fiyatlandırılan bir uygulama. Ancak bunun da sorunları olduğu, 3. parti sertifikasyonu denen şirketlerce uygulanan sertifikasyondan daha kolay olmadığı, bu sisteme dahil olan çiftçilerin hep birlikte diğer çiftlikleri dolaşıp form doldurduğu; harcanan emek/zaman, kırtasiye işi ve yol masraflarının sonuçta daha ucuza gelmediği belirtildi. Çiftlik ziyaretlerinde tartışma- değerlendirme toplantıları çok uzuyor, yol da eklenince günler bu ziyaretlerle geçiyor dendi. Her durumda 'ne sertifikalı olmak kolay, ne de sertifikasız!'. Italya'dan 'bio-bölgeler' konusunda ilginç bir tebliğ vardı. Bugüne dek 3'ü Toscana'da olmak üzere 10 bio-bölge tanımlandığını, toplam 500.000 kişinin yaşadığı bu 11 belediye sınırlarında 9.000 ha alan üzerinde 2000 organik çiftlik olduğunu not almışım. 2004'te başlanan çalışmaların 2009'da belediyelerle işbirliğine gittiği, organik pazarların, organik yürüyüş yollarının kurulduğunu, devlete ait toprakların da organiğe geçtiğini ve bio- bölgelerde sertifikasyonu kolaylaştırdıklarını anlattı Salvatore Basili. Aralık ayında Roma'da Corchiano'da tüm bio-bölgelerin temsil edileceği festivale davet ett. (www.biodistretto.net). Aynı oturumda Yeditepe Üniversitesi'nden Metin Turan da Çoruh Vadisi'nde organik tarımı geliştirmek için uyguladıkları rizobakteri ile nitrojen tutulumunun ürün kalitesine, miktarına etkileri projesinden bahsetti. Belki böylesi bölgelerimizde bio-bölgeler oluşturulabilir diye düşündüm.
ABD'den davetli konuşmacı, yazar Anna Lappe, 'Ucuz gıdanın yüksek bedeli'ni, dev tarım-gıda şirketlerinin organik-temiz gıdaya karşı verdikleri inanılmaz savaşı, geçen yıl 150 milyon doları lobi faaliyetlerine harcadıklarını aktardı. Örneğin Monsanto'nun kurduğu sanal 'Çiftçi Birlikleri' yle, 'organiğin ötesinde', 'organikten de iyi' fikirlerini topluma yaymaya çalıştığını anlattı. Annesinin o çocukken yazdığı 'Diet for a Small Planet' yemek kitabıyla kendi çocukluk fotoğrafını paylaştı. Bu kitap ABD'de öğrenciyken sevgili Linda Braidwood tarafından bana armağan edilen ve hala arada baktığım kitaptı. Anna, annesiyle birlikte kurdukları 'Small Planet Enstitüsü' ile araştırma fonları verdiklerini ve yerel örgütler arası ağlar oluşturmaya çalıştıklarını anlattı. The Gift/Armağan adlı bu yılın ödül kazanan kısa filmi paylaştı. Tohum üreten bir çiftçinin çok etkileyici filmi. Siz de izlemek isterseniz: http://realfoodmedia.org/video/video-3/
ABD'den bir başka davetli ise girişimci bir çiftçiydi: Will Allen. Tarımın ABD'de ataları olan zencilerin işi olduğunu söyleyerek başladı. Kent tarımını başlatanlardan biriydi. Terk edilmiş spor salonları, fabrika binaları gibi yerlerde, çok farklı kompost karışımlarıyla, yükseltilmiş yataklarda, topraksız tarımla, kimi yerde solucanları, kimi yerde talaşı ya da kahve atıklarını kullanarak, seralar yaparak kentlerin göbeğinde balık, mantar, sebze, meyve, arı, keçi, tavuk yetiştirmelerini anlattı. Yüzlerce resim gösterdi ve herkesi büyüledi bu upuzun boylu, eski basketçi, şimdinin kasketli çiftçisi. http://www.growingpower.org/
Davetli kapanış konuşmacılarından Butan Tarım ve Orman bakanı Lyonpo Yeshey Dorji, Butan’ın küçük ve mutlu bir ülke olduğunu söyleyerek söze başladı. Mutlu kral ve kraliçelerinin resimlerini gösterdi. Yeshey Dorji’nin 2020’de dünyadaki ilk ve tek yüzde yüz organik ülke olacaklarını söylemesi çok alkış aldı.
Kapanışta değerlendirme yapanlar arasında yer alanlardan Prof. Uygun Aksoy ve Gürsel Tonbul'da 2017'de organiğin Türkiye'de farklı bir yerde olacağını umduklarını belirttiler.