Pazar, Kasım 30, 2014

VI. ULUSLARARASI ETNOBOTANİK KONGRESİ (ICEB 2014- CORDOBA)

ICEB Kongresi ikinci kez İspanya Cordoba'da toplandı. 1992 yılında gerçekleştirilen ilk Uluslararası Etnobotanik Kongresi'ne ev sahipliği yapan Cordoba Botanik Bahçesi'nde 22 yıl sonra yeniden toplandı etnobotanikçiler, biyologlar, antropologlar, eczacılar, genetikçiler, eko-turizmciler. İlk kongreyi düzenleyen, o zaman Botanik Bahçesinin kurucu müdürü olan J. Esteban Hernández Bermejo bu kongrenin de başkanıydı. Onursal başkan ise İspanyol botaniğine ve etnobotaniğine de büyük katkılar yapmış olan Prof. Vernon Heywood idi. Açılışta Heywood ilk kongreden bu yana, 1990'ların başından bugüne etnobotanikte geçirilen değişimleri özetleyen olağanüstü bir konuşma yaptı.
Etnobotanik alanının bugün geçmişe kıyasla özellikle gıda, beslenme kültürü ve az yetiştirilen tarım ürünlerini kapsadığını; yerel bilginin sömürülmesinden yerel halkın bilgisinin önemsendiği, varsa kazanç paylaşımı esaslı, yerele geri dönüşümün sağlanmaya çalışıldığı daha etik bir sürece geçildiğini anlattı. Etnobotaniğin daha çok disiplini içeren, daha sistematik, daha yeni teknolojilere açık (bioinformatik, moleküler taksonomi gibi) bir alan olmaya başladığını ve bu süre içinde yayın sayısının da olağanüstü arttığını belirtti. 2003 Cartagena, 2010 Nagoya sözleşmelerine ve 2012 yılında Brezilya'da Aichi'de toplanan, 2011- 2020 dönemi için biyolojik çeşitliliğin korunması Stratejik Planını oluşturan (http://www.cbd.int/sp/targets/) UN ülkeleri birliğine değindi. Son 20 yılda arkeobotanik ya da etnoarkeobotanik dediğimiz alanlarda çalışan etnobotanikçilerin bitkilerin evcilleştirilme süreçleri, ön-evcilleştirme ve bitki kökenlerine ait çok önemli çalışmalar yaptığını söyledi. WHO'nun tıbbi bitki toplama standartlarından, yeni tıbbi bitkiler bulunması konusunda yapılan daha eleştirel çalışmalardan da bahsetti. Giderek birçok ülkede yararlı bitkilerin ve yerel kültürel değerlerin envanterleme, veri tabanlarına aktarım çalışmalarının başladığını anlattı. Bu sözlerini takiben Manuel de Pardo İspanya Biyoçeşitliliğe İlişkin Geleneksel Bilgi Veritabanı'nı nasıl oluşturduklarını aktardı. Kültür Bakanlığı sponsorluğunda yaklaşık 20 kuruma bağlı 60'ın üzerinde araştırmacının katılımıyla veri tabanı ve raporlamayı nasıl bölüm bölüm oluşturduklarını anlattı. İlk etapta en önemli, bilimsel yayınların taranarak bitkilere, hayvanlara, mineral kullanımlarına ve farklı ekolojik koşullarda insan aktivitelerine ilişkin yazılı bilgilerin derlendiğini ve bunların hem bir check-list hem de ayrı fişler halinde derlendiğini belirtti. 2017 de tamamlanması planlanan envanterin ilk etap çalışma sonuçlarının yakında web üzerinde yayımlanacağını da ekledi. Örneğin bu envanterde bir bağın, meyve bahçesinin ya da meranın nasıl kullanıldığı da yer alacak. Bu konu bizi de çok ilgilendirdiğinden yayın sonrası daha ayrıntılı bir duyuru yapmayı düşünüyorum.Aynı ekipten Joan Valles, bu envanteri yaparken adları nasıl derlediklerini aktardı, Lauro Aceituno Mata sınıflamada neleri esas aldıklarını anlattı.
Toplam 4 günde 13 paralel sempozyum gerçekleşti, bunlar arasında çok ilginç oturumlar, tartışmalar ve poster sunumları da oldu.
Yüzü aşkın sunum ve herhalde birkaç yüz postere burada değinmek olanaksız, ama özellikle La Mancha'dan Jose Fajardo ve Alonso Verde adlı iki etnobotanikçinin geleneksel bilgiyi ve biyoçeşitliliği tanıtmaya ve korumaya- paylaşmaya yönelik eko-turizmle ilgili sunumlarını ve 13. oturumda yer alan Meksika, Uruguay gibi ülkelerden katılan sunumları anmadan geçemeyecegim.
Ekoturizmin de artık ayrı toplantıları ve deklarasyonları olduğunu buradan öğrendim. 2012'de- Kanada Quebec deklarasyonunun yerel ürünleri öne çıkaran yerel küçük şirketler önerdiğini de... İspanya'nın bu küçük kırsal bölgesinde gerçekleştirilen, ekolojik değerleri, biyoçeşitliliği, yerel bilgiyi öne çıkartan bilimsellikten kaynak alan turizm örneklerine keşke ülkemde de başlansa dedim. Umarım vardır, ben bilmiyorumdur.
ICEB 2014'teTürkiye'den 4 kişiydik. Geçen kongrede sevgili Hüsnü Can Başer'le İstanbul elini götürmüştük Arjantin'e. Bu kez benden başka İstanbul Marmara Üniversitesi'nden Gizem Bulut ve Ahmet Doğan ile İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi'nden Yunus Doğan katıldılar tebliğleriyle. 2 den 4'e çıktık, belki bir sonrakinde 8 kişiyle kalabalık bir grup olarak katılırız.
Cordoba Botanik Bahçesi içinde 1992'deki kongre onuruna bir Etnobotanik Müzesi oluşturulmuş,  bu  kongre için ise bu müzede dev bir sepet-hasır sergisi hazırlamışlardı. Kendi koleksiyonlarından olduğu kadar farklı kişi ve kurumlardan ödünç alarak gerçekleştirdikleri bu sergide özellikle Endülüse özgü üç ana malzemeden örnekler vardı: Esparto otu (Stipa tenacissima), Palmiye (fan palm- Chamaerops humilis) ve hasır örmekte yararlanılan kova otu/ Typha.



Sepet ve hasırlardan arı kovanlarına, çocuk oyuncaklarından bisiklet selelerine ve yelpazelere dek her türlü ürünü göstermesi bakımından olağanüstü bir sergiydi.

Cordoba Botanik Bahçesi de çok değerli koleksiyonlar ve iki müze içeren çok güzel bir bahçeydi. Citrus koleksiyonları özellikle şu mevsimde ağaçlardan sarkan portakal, turunç, greyfurt, ağaç kavunu, tıbbi portakal, limonetta gibi çeşitleriyle başdöndürücü bir görsellik sunuyordu.
Cordoba kenti de tarihi surlar içinde bir müze-kent gibi korunan ve 8. yüzyıldan kaldığı söylenen Cami- Katedrali ile çevresi gerçekten görmeye değer. Yüzlerce kemerli sütunla başdöndürücü bu Endülüs camisine Kurtuba Camii dendiğini Wikipedia'dan öğrendim. Oradaki adı herhalde mescitten türemiş olan: Mezquita. İçini de minaresini de dış duvarlarındaki işlemeleri, bezemeleri de çok beğendim, ancak portakallar ve selviler, palmiyelerle süslü bahçesi de olağanüstüydü. Umarım herkese bu güzel mirası görmek kısmet olur. 
Unutmadan, bir sonraki Kongre yeri de belirlendi. Brezilya'nın Pernambuca bölgesinde Atlantik Okyanusu kıyısındaki Recife kenti. 2018 Kasım ayına sözleşti etnobotanikçiler... VII. kez bir araya gelmek dileğiyle... CORDOBA, MERIDA (Meksika), NAPOLI (İtalya), ISTANBUL, BARILOCHE (Arjantin) ve CORDOBA... Bu katıldığım 4. ICEB, beşinciye 'Kısmet' diyelim...

Cumartesi, Kasım 08, 2014

18. IFOAM Dünya Organik Kongresi

 13-15 Ekim 2014'te Buğday Derneği'nin ev sahipliğinde International Federation of Organic Agriculture Movements (Uluslarası Organik Tarım Hareketleri Federasyonu) 18. kez üyelerini ve organik tarımla ilgilenenleri bir araya topladı. Harbiye'deki İstanbul Fuar Merkezi'nde dünyanın 80 ülkesinden 1000'i aşkın katılımcı, kongre süresince üç farklı dalda 60'a yakın panel ve atölyeye katıldı.
 'Organik Köprüler Kurmak' temalı kongre, birbirinden çarpıcı konuşmacıları, yaratıcı tartışma biçimleri ve gerek düzenleyicilerin, gerek katılımcılarının çabasıyla pek çok köprü kurdu hiç şüphesiz. Tek kusuru katılımın bizim ölçülerimiz için oldukça pahalı olmasıydı. Türkiye'de organik tarım yapanların ancak şirketler ya da sivil toplum örgütleri, kooperatifler düzeyinde temsili mümkündü. Çiftçilerin, sertifikasız, ekolojik tarım yapan bireylerin pek çoğunun katılımı olanaksızdı bu katılım ücretiyle. Yine de üç yılda bir toplanan bu kongre İstanbul'da toplanmışken katılmamak olmazdı. Dünyada bu konuda neler tartışıldığını konularında en deneyimli kişilerden duymak ve organik tarımın alternatifleri karşısındaki duruşunu öğrenmek için olağanüstü bir okul olarak düşündüm. Kongre gerçekten olağanüstü konuşmacıları ve seçmesi birbirinden zor ders (panel ve atölye formatında) programıyla iyi bir fırsattı. Buğday Derneği, vaktiyle Viktor'un katıldığı ve İstanbul'a davet ettiği kongrenin hakkını verdi; kusursuz bir kongre akışını, güler yüzle, iyi bir ekip çalışmasıyla tamamladı. Viktor görse ekibiyle, arkadaşlarıyla gurur duyardı. Gönül Paksoy'un kadın- erkek tüm Buğday ekibine diktiği giysiler de yerelin duru güzelliğini ortaya koymuş, hepsine çok yakışmıştı.
 Açılış töreni sade olduğu kadar etkileyiciydi. Tugay Başar'ın vücut perküsyonuna tüm salonu ortak etmesi, herkesin aynı anda yavaşça ellerini göğüslerine vurması, tempo ile el çırpması tüm katılımcıların yek vücut hissetmesini sağladı.  Ney ile perküsyon karışımı müzikleri, Güneşin Aydemir'in okuduğu şiiri daha da anlamlı kıldı. Kapanışta Güneşin'in çok anlamlı bir cümlesi vardı:  “Hepimizin temiz gıda, temiz doğa, iyi ilişkiler ve kutlamalara ihtiyacımız var.” Evet, sadece temiz ve lezzetli gıda ile olmuyor, iyi ilişkiler, sağlıklı ve dik bir duruş, barış ve kutlamalara (hatta şükür duygusu, şükran duygusu, şefkat, tevekkül, kanaat ve benzeri artık az bulunan duygulara), sakin, sade törenlere de en az sağlıklı gıda kadar gereksinimimiz var.
IFOAM Genel Müdürü Marcus Arbenz de kapanışta üretici ve tüketici arasındaki bağın güçlendirilmesi gerektiğini vurguladı ve  'Organik sadece kimyasallardan arınmış değil aynı zamanda yerel, etik, adil ve ulaşılabilir olmalı' dedi. Kongre boyunca sürdürülebilir, etik ve yerel en çok duyduğum sözcüklerdendi. Tam da olması gerektiği gibi diye düşündüm.İşte aldığım derslerden bazıları:

Organik tarım konusunda en ciddi eleştiriler ve özeleştiriler 'sertifikasyon' sisteminden kaynaklanmakta. Organik 3.0 versiyonunun hala önemli bir güven unsuru olduğu ancak bir yandan da bir 'şişeboğazı' (bottleneck) oluşturduğu söylendi. Tümü olmasa da dinlediğim konuşmacı ve panelistlerden çoğu, sertifikasyonun yarattığı yüksek fiyat, bürokrasi ve sertifikalı tohuma, fideye bağımlılıktan yakındı. Uygulanan alternatif yöntemler de tartışıldı. Özellikle 'yerel ağlar oluşturmak', şirketlerin 'ekolojik yarar' notu (eco-wellness regulations; common welfare matrix) ile değerlendirilmesine yönelik yasaların çıkarılması (Almanya); Katılımcı Garanti (PGS-Participatory Guarantee System) gibi çiftçilerin birbirini denetlediği şeffaf sistemler; yerel tohum bankaları; tarım yapanlarla hayvancılık, süt üretimi yapanlar arasında gübre takas ortaklığı (Danimarka) gibi yöntemler konusunda deneyim paylaşımı yapıldı.
PGS olarak tanımlanan katılımcı garanti sistemi, İtalya, Brezilya gibi ülkelerde organikle eşdeğer- yakın kabul gören ve fiyatlandırılan bir uygulama. Ancak bunun da sorunları olduğu, 3. parti sertifikasyonu denen şirketlerce uygulanan sertifikasyondan daha kolay olmadığı, bu sisteme dahil olan çiftçilerin hep birlikte diğer çiftlikleri dolaşıp form doldurduğu; harcanan emek/zaman, kırtasiye işi ve yol masraflarının sonuçta daha ucuza gelmediği belirtildi. Çiftlik ziyaretlerinde tartışma- değerlendirme toplantıları çok uzuyor, yol da eklenince günler bu ziyaretlerle geçiyor dendi. Her durumda 'ne sertifikalı olmak kolay, ne de sertifikasız!'. Italya'dan 'bio-bölgeler' konusunda ilginç bir tebliğ vardı. Bugüne dek 3'ü Toscana'da olmak üzere 10 bio-bölge tanımlandığını, toplam 500.000 kişinin yaşadığı bu 11 belediye sınırlarında 9.000 ha alan üzerinde 2000 organik çiftlik olduğunu not almışım. 2004'te başlanan çalışmaların 2009'da belediyelerle işbirliğine gittiği, organik pazarların, organik yürüyüş yollarının kurulduğunu, devlete ait toprakların da organiğe geçtiğini ve bio- bölgelerde sertifikasyonu kolaylaştırdıklarını anlattı Salvatore Basili. Aralık ayında Roma'da Corchiano'da tüm bio-bölgelerin temsil edileceği festivale davet ett. (www.biodistretto.net). Aynı oturumda Yeditepe Üniversitesi'nden Metin Turan da Çoruh Vadisi'nde organik tarımı geliştirmek için uyguladıkları rizobakteri ile nitrojen tutulumunun ürün kalitesine, miktarına etkileri projesinden bahsetti. Belki böylesi bölgelerimizde bio-bölgeler oluşturulabilir diye düşündüm.

ABD'den davetli konuşmacı, yazar Anna Lappe, 'Ucuz gıdanın yüksek bedeli'ni, dev tarım-gıda şirketlerinin organik-temiz gıdaya karşı verdikleri inanılmaz savaşı, geçen yıl 150 milyon doları lobi faaliyetlerine harcadıklarını aktardı. Örneğin Monsanto'nun kurduğu sanal 'Çiftçi Birlikleri' yle, 'organiğin ötesinde', 'organikten de iyi' fikirlerini topluma yaymaya çalıştığını anlattı. Annesinin o çocukken yazdığı 'Diet for a Small Planet' yemek kitabıyla kendi çocukluk fotoğrafını paylaştı. Bu kitap ABD'de öğrenciyken sevgili Linda Braidwood tarafından bana armağan edilen ve hala arada baktığım  kitaptı. Anna, annesiyle birlikte kurdukları 'Small Planet Enstitüsü' ile araştırma fonları verdiklerini ve yerel örgütler arası ağlar oluşturmaya çalıştıklarını anlattı. The Gift/Armağan adlı bu yılın ödül kazanan kısa filmi paylaştı. Tohum üreten bir çiftçinin çok etkileyici filmi. Siz de izlemek isterseniz: http://realfoodmedia.org/video/video-3/
ABD'den bir başka davetli ise girişimci bir çiftçiydi: Will Allen. Tarımın ABD'de ataları olan zencilerin işi olduğunu söyleyerek başladı. Kent tarımını başlatanlardan biriydi. Terk edilmiş spor salonları, fabrika binaları gibi yerlerde, çok farklı kompost karışımlarıyla, yükseltilmiş yataklarda, topraksız tarımla, kimi yerde solucanları, kimi yerde talaşı ya da kahve atıklarını kullanarak, seralar yaparak kentlerin göbeğinde balık, mantar, sebze, meyve, arı, keçi, tavuk yetiştirmelerini anlattı. Yüzlerce resim gösterdi ve herkesi büyüledi bu upuzun boylu, eski basketçi, şimdinin kasketli çiftçisi. http://www.growingpower.org/
Davetli kapanış konuşmacılarından Butan Tarım ve Orman bakanı Lyonpo Yeshey Dorji, Butan’ın küçük ve mutlu bir ülke olduğunu söyleyerek söze başladı. Mutlu kral ve kraliçelerinin resimlerini gösterdi. Yeshey Dorji’nin 2020’de dünyadaki ilk ve tek yüzde yüz organik ülke olacaklarını söylemesi çok alkış aldı.
Kapanışta değerlendirme yapanlar arasında yer alanlardan Prof. Uygun Aksoy ve Gürsel Tonbul'da 2017'de organiğin Türkiye'de farklı bir yerde olacağını umduklarını belirttiler.

Perşembe, Kasım 06, 2014

Yalova II. Tıbbi Aromatik Bitkiler Sempozyumu












 23-25 Eylül 2014'de Yalova Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü'nde gerçekleşen Tıbbi bitkiler sempozyumu öncelikle pek çok duayeni bir araya getirdiği için önemliydi. Sevgili Hayrettin Karaca açılışta kürsüye çıkıp Yalova Samanlı Köyü'nde kurduğu Karaca Arboretum' undaki gen sayısının 16.200'e ulaştığını bildirdi ve sempozyumun kapanışında herkesi Arboretum'a davet etti. Neşet Arslan hocamız endemik tıbbi bitkilerimizi kapsayan bir konuşma yaptı. Halk tıbbı ve salepler alanlarında duayen hocalarımızdan Ekrem Sezik Aromatik Bitkiler, Uçucu yağlar ve kalite konulu bir çağrılı bildiri sundu.
Atatürk Bahçe Kültürleri arazisinde çok yakında açılacak olan Geofit Serası inşaatı gezildi ve yetiştirilen yumrulu, soğanlı bitkiler hakkında bilgi alındı. 950 geofit türünü kapsayacak bu seranın dünyanın 3. büyük geofit bahçesi olacağı ve sadece Türkiye'de doğal olarak yetişen yumrulu, soğanlı bitkileri değil dünyadan değerli örnekleri de içereceği bilgisi verildi.

Atatürk Bahçe Kültürleri Enstitüsü'nde Organik tohum üretiminin de 2006'dan başlayarak giderek geliştiğini, 27 sebze çeşidini organik olarak satışa çıkarabildiklerini öğrendik.
Sempozyumda ilginç haberler birbirini izledi... Ankara'da 2015'te 2500 dekar alanda Milli Botanik Bahçesi'nin açılacağı, çalışmaların sürdüğü ve Eski Beykoz fidanlığında 2014 yılı Ağustos ayında Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'na bağlı Biyoçeşitlilik ve Geofit Araştırma Merkezi kurulduğu, etkin madde araştırmalarının burada gerçekleştirileceği bildirildi. Adil Güner hocamız Türkçe Flora'nın 1. cildinin yayımlandığı haberini verdi kürsüden. Ben de kendi nüshamı Adil Hoca'dan aldım.
İki buçuk günde 40 sözlü bildiri dinledik ve 120 poster sunumu gerçekleşti. Bunlar arasında benim için en ilginç bildiri Diyarbakır Dicle Üniversitesi'nden Süleyman Kızıl'ın Diyarbakır ve çevresinde tüketilenler konulu bildirisi oldu. Kadınların yabandan topladıkları otları sattıkları çarşının 'Aşefçiler çarşısı' olarak adlandırıldığı bilgisi yeni bir not olarak eklendi dağarcığıma. O bölgenin daha sistematik araştırılması gerek, umarım Dicle üniversitesi bu konuda öncülük eder. Prof. Kenan Turgut'un Paraguay kökenli Stevia- Şeker otu'nu Antalya koşullarında yetiştirme denemeleri konulu sunumu da çok etkileyiciydi. Dünyada mısır şurubunun yerini almaya aday bu şeker bitkisinin birkaç yıldır Japonyadan ya da başka ülkelerden ithal edilerek ülkemizde de satıldığı biliniyor. Stevia'nın kuru yapraklarının şekerden 20-30 kat tatlı olduğunu ise bilmiyorduk. İran'da safran üretimi ile ilgili bir bildiride İran'da yıllık üretimin 70.000 ha alanda 250.000 ton olduğunu öğrenmek ve Eskişehir'den Nejla Çalışkan'ın safranda farklı kurutma teknikleri denemelerinde özellikle dondurularak kurutulan safran'ın etkin maddesinin çok daha iyi korunduğu bilgisi de yeniydi. Prof. Süleyman Erkal'ın konuşmasında da Türkiye'de 184 üniversitenin yanı sıra Tıbbi ve Aromatik Meslek Yüksek Okulları sayısının 31'e ulaştığı, %80 doluluk oranıyla 1680 öğrenciye ön lisans eğitimi verildiği bilgisini not aldım. Bu öğrencilerin nasıl yetiştiği, neler öğretildiği, mezun olunca nerede iş buldukları soruları ise yanıtlanmayan sorular olarak kaldı beynimde.
2016'da yapılması planlanan III. Tıbbi Aromatik Bitkiler Sempozyumu'na Antalya Aksu'da Batı Akdeniz Araştırma Enstitüsü talip oldu. BATEM, 2016 yılında Antalya'da yapılacak Expo 2016'ya da işaret ederek herkesi Antalya'ya davet etti.


Çarşamba, Kasım 05, 2014

Resimli Türkiye Florası'nın Birinci Cildi Yayımlandı

'Resimli Türkiye Florası',  dün denecek kadar kısa bir süre öncesine dek Türkiyeli botanikçiler ve bitkiseverler için uzak bir hayaldi. Bugün bu düş gibi yayının birinci cildi elimizde.
Bu güne dek elimizde Türkiye bitkilerini bize Türkçe anlatan bilimsel bir kaynak yayın yoktu. Peter Davis'in editörlüğünde İngilizce olarak Edinburg'ta yayımlanan 'Türkiye ve Doğu Ege Adaları Florası'nın ilk cildi 1965'te, son 11. cildi Türk editörlerce 2000 yılında basıldı. Bu 11 cilt, büyük oranda botanikçilere hitab eden, bitki ayrımında kullanılan basit çizimler içeren, fotoğraf, desen ve Türkçe adları kapsamayan kitaplardı. Bu ciltlerin yazılış hikayesi ve katkıda bulunanlarla ilgili John Edmondson'un yazısını da Türkçe 1. ciltte bulacaksınız.
Davis'in Flora'sı, iki kuşak boyunca Türkiyeli botanikçiler ve Türkiye, Orta Doğu bitkileriyle ilgilenen yabancı uzmanlar için temel kaynak oldu, olmayı da sürdürecek. Ancak Türkiyenin çok zengin bitki örtüsü ve bitkilere ilişkin bilgilerini ilgilenen herkesin anlayabileceği, resimli bir kaynakta toplamak ancak şimdilerde mümkün oldu. Giderek alanlarında uzmanlaşan, dünya çapında yerli bitki bilimcilerle, bitki çizerleri, doğa fotoğrafçıları ve bu birikimi değerlendirebilen Cumhurbaşkanlığı desteği sayesinde büyük bir proje hayata geçti. Bu çok değerli yayın Cumhurbaşkanlığının desteğinde, Flora Araştırmaları Derneği, Ali Nihat Gökyiğit Vakfı, Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi ve Türkiye İş Bankasının işbirliği ile Adil Güner ve Tuna Ekim'in titiz editörlüğünde otuza yakın bilim kadını ve erkeğinin gönüllü katkısıyla, emeğiyle oluştu.
Cumhuriyet'in 100. yılı onuruna hazırlanan ve 28 ciltten oluşması planlanan  Flora'nın ilk cildi Ağustos 2014'te basıldı. 760 sayfalık bu kitabın hazırlıkları 2010 yılında başladı ve görece kısa bir sürede basıma hazırlandı.
Türkiye Florası'na bir önsöz mahiyetinde olan bu ciltte Türkiye coğrafyası, jeolojisi, toprak, iklim ve bitki örtüsünün genel yapısı, botanik tarihçesi ve halk botaniği/ etnobotanik ile terimler, kaynaklar gibi ek bilgiler yer almakta. Böylesi bir anıt yayında Anadolu'nun etnobotanik mirasını anlatmak benim için onurlu bir görevdi. Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde yapılan etnobotanik çalışmalarını ve gıda, şifa, yakacak, yem, el sanatları gibi temel bitki kullanımlarını derlemeye çalıştım (14. Bölüm: 319-344). Zengin floramızın sağladığı 1200 yenen bitki (mantarlar hariç) ilk kez kapsamlı bir liste olarak kaynakları, yöresel adları ile birlikte ek olarak sunuldu (s. 345-380). Etnobotanik ile ilgili Cumhuriyet döneminde yayımlanan ve erişilebildiğimiz 1500 kadar yayın da yine ek olarak listelendi (s. 381-420). Bu ciltte ayrıca değerli hocamız Neşet Arslan'ın Yetiştirilen Bitkiler bölümü de (s. 295- 318) süs bitkileri ile  ağaçları dahil tahıl, baklagil, sebze, meyve ve diğer kullanılan kültür bitkilerini kapsamaktadır.
En kısa zamanda Resimli Türkiye Florası'nın diğer ciltlerini ve olağanüstü bitki çizimlerini görmek dileğiyle, emeği geçen ve geçecek herkese en içten teşekkürler.